Geçtiğimiz yılın son aylarında dolarda kayda değer bir artış yaşanmıştı. Artış bugünkü kadar sert olmasa da ekonomik bir savaşın ilk raundu gibiydi. Ben de bunun üzerine 21 Kasım’da bir yazı yazmıştım. Bugün geldiğimiz şartlar o yazının yeniden yayınlanması gerektiğini düşündürttü. Bu nedenle o yazıyı aynen yeniden yayınlıyorum. Çok rakamın bulunmadığı bir yazı olduğundan bugün de olduğu gibi kullanılabilir. Yazının orijinal versiyonuna BURADAN ulaşabilirsiniz…
*************
Ülkemiz son zamanlarda zor günler geçiriyor. Türkiye bir taraftan güneyde fiilen savaşırken bir taraftan da ülke içinde terörle mücadele ediyor. Ancak belki de en az onlar kadar önemli bir de ekonomik savaş veriyor.
Savaşın tarafları belli. Her ne kadar iki taraf da net ifadeler kullanmasa da savaş ABD-Türkiye savaşı. Alışageldiğimiz şekilde ABD tarafında Türkiye aleyhtarı tutumu bu kez sadece şahinler değil, demokratlar da sergiliyor. Bu savaşta FETÖ de önemli rol oynuyor.
Bazılarına göre ekonominin gidişatını ABD’ye bağlamak bir “Komplo teorisi”. Ancak dünyada “Komplo teorisi” olarak görünen pek çok şeyin ardında ABD olduğu da bir gerçek.
Erdoğan’la cemaatin arası bozuldu, ABD cemaatin tarafında yer aldı
Aslında ABD-Türkiye gerilimiyle cemaat-hükümet gerilimi aynı döneme rastlıyor. Obama’nın ikinci döneminin başlarına gelen bu tarihlerde Türkiye’de Hakan Fidan’ın ifadeye çağrılması gerilimi yaşanıyordu. Bu tarihten sonra da ABD-Türkiye gerilimi hiç düşmedi. İkili görüşmelere yansıyan bu tutumun en belirgin yaşandığı yer Erdoğan’ın ABD ziyaretleri oldu. Resmi görüşmeler için geldiği ABD’de hiç bir üst düzey yetkilinin karşılamaması ABD ile yaşanan gerilimin en bariz örneğiydi. Hatta Muhammed Ali’nin cenaze törenine katılan Erdoğan’a karşı gösterilen saygısız tutumun ABD yönetimi tarafından planlandığı bile iddia edildi.
Bu gerilim sadece ikili görüşmelere yansımadı. Önce yurtdışındaki büyük basın kuruluşları Türkiye’ye karşı tutumunu değiştirdi. Demokratlara yakın basın kuruluşları adeta Türkiye ve Erdoğan aleyhtarı bir kampanya yürüttü. Ardından bu sürece FETÖ lobisi de dahil oldu.
Türkiye ABD gerilimi sadece siyasi bir gerilim değil
İş siyasetle kalmadı, askeri yönden de sıkıntılar baş gösterdi. PKK ile mücadelede kullanılmak üzere silahlı insansız hava aracı Türkiye’ye verilmezken, PKK’nın Suriye kolu YPG-PYD’ye IŞİD’le mücadele adı altında her türlü silah desteği verildi. Türkiye Suriye politikasında yalnız bırakıldı.
Bütün bu süreçte FETÖ de devredeydi. ABD’de yaşayan Gülen, Türkiye’de ele geçirdiği makamları tek tek sahaya sürdü. 17-25 Aralık sürecinde önce polis, ardından HSYK seçimleriyle yargı darbesi vurmaya çalıştı. Ardından da askeri darbe girişimi geldi.
Türkiye bütün bu süreçleri atlatmayı başardı.
Darbenin Gülen tarafından yapıldığı bizden çok ABD tarafından biliniyor. Bizim elimizde 3 delil varsa, ABD’nin elinde 5 delil olduğu söyleniyor. Hatta ABD’nin, “Türkiye’nin Gülen’in iade edilmesi” yönündeki talebini sulandırmasının nedeni olarak, darbenin bizzat ABD tarafından yaptırılmış olması gösteriliyor.
ABD ekonomi kartını da kullandı
ABD, her türlü müdahaleye rağmen deviremediği Erdoğan’ı devirmek için, seçmenin en fazla önem verdiği ekonomiye yöneldi. ABD menşeli kredi derecelendirme kuruluşları Türkiye’nin kredi notunu düşürdü. Türkiye hakkında yaratılan “olumsuz” algı kısmen tuttu, dolar yükseldi. Faizler de yükseliş eğilimine girdi. Bu Türkiye’yi sıkıştırma politikalarının belki de en önemlisiydi. Ama müdahale gevşeyince dolar düştü. Artış eğilimi sonlandı.
ABD bu kez Reza Zarrab kartını oynuyor
17-25 Aralık’tan, PKK’ya verilen destekten, ekonomik sıkıştırmadan yeterli sonucu alamayan ABD bu kez Reza Zarrab kartını ortaya koyuyor. ABD’ye anlaşmalı olarak gittiği ve hiç bir zaman hapis yatmadığı söylenen Zarrab’ın, 17-25 Aralık sürecindeki iddiaları doğruladığı, pek çok bakana ve bürokrata rüşvet verdiğini iddia ettiği belirtiliyor. ABD, Zarrab’ın zoraki itiraflarının Türkiye’de siyasi bir sonuç doğurmasını, İran’a ambargoyu delen Türk bankalarının milyarlarca dolarlık tazminata mahkum edilerek ekonominin de zora sokulmasını umuluyor. Zaten halen dolarda süren artışın da nedeni bu. Türkiye’nin yaşanması düşünülen siyasi ve ekonomik çalkantı.
Peki bu emlak sektörünü nasıl etkileyecek? Doların yükselmesi ve ABD ile gerginlik nasıl sonuçlar doğurabilir? Sektör bu durumdan nasıl korunacak?
Doların yükselmesi sektörü nasıl etkileyecek?
Öncelikle doların yükselişinin üç önemli sonucu görünüyor;
Birincisi dolarla borçlanan kuruluşların içine düşebileceği kriz. Özellikle geliri dolar olmayan firmalar bu sorunu daha çok hissedecek. Türkiye’de reel sektörün yaklaşık 230 milyar dolar borcu var. Borçların ortalama vadelerinin 4-5 sene olması şimdilik ekonominin ciddi anlamda krize girmesini engelliyor. Ancak eninde sonunda dolardaki bu artış gündelik yaşama yansıyacak. Bu yansıma dolardaki kadar hızlı, sert ve hissedilir olmazsa, bu kriz de Türkiye’yi teğet geçebilir.
İkincisi dolardaki yükseliş ithalatın azalmasını, ihracatın artmasını sağlıyor. Bunun da orta-uzun vadede ekonomiye olumlu yansıması bekleniyor. Özellikle dış ticaret açığında azalma yaşanabileceği belirtiliyor. Ancak bunun için doğru adımların atılması, katma değeri yüksek teknolojik ürünlerin ülkemizde üretilir hale gelmesi gerekiyor.
Üçüncüsü ise alım gücümüz düşüyor, ülke fakirleşiyor. Bunun da siyasi sonucu olması bekleniyor. Zaten aslında oynanan bu oyunun nedeni de bu siyasi sonuç. Türkiye’de siyasi polemikler her ne kadar “diktatörlük”, “laiklik”, “cumhuriyet” gibi kelimeler üstünden yaşansa da sandıkta sonucu “ekonomi” belirliyor. ABD’nin beklentisi dolardaki bu yükselişin bir siyasi sonuç doğurması. Bu yükselişin sandığa yansımaması için hükümetin önünde 1,5 sene bulunuyor. Dolardaki yükselişin Türkiye lehine dönüştürülmesi için ekonomik reformlar şart.
Ancak sadece dolar yükselmeyecek, Erdoğan ailesi ve AK Partili bakanlar da suçlanacak. Türk bankalara ağır cezalar getirilecek. ABD ile zaten PYD-YPG mevzusu ve diğer nedenlerle yaşanan gerilim daha da artacak. Gerginlik, doları daha da artıracak. Beklenti bu.
Konut sektörüne düşen görev ne?
Öncelikle şunu bilmemizde yarar var. Türkiye’de dövize endeksli ekonomik krizlerin birincil nedeni sıcak para sahibi yabancı sermayenin, bu parasını hızlı bir şekilde ülkeden çekmesi. Yabancı sıcak paranın Türkiye’ye geliş nedeni TL’ye verilen yüksek faiz. Dolarlarını yüksek faiz uğruna TL’ye çeviren yabancı yatırımcılar, siyasi veya ekonomik risk gördüğünde paralarını tekrar dolara çevirip kaçıyor. Bazen kaçması başlı başına siyasi ve ekonomik bir krize dönüyor. Tıpkı şu an olduğu gibi.
Bu yatırımcılar birey değil, çoğu ABD kökenli yatırım şirketleri. Bir çoğunun ABD yönetimi tarafından yönlendirildiği de bir gerçek. Tepe yönetimlerinde çok sayıda eski bürokrat ve askerlerin bulunma nedeni buna işaret ediyor.
Evet, sıcak paraya da ihtiyacımız var. Ancak sıcak para bizi sömürüyor, giderken de arkasında ağır bir tahribat bırakıyor.
Halbuki konuta yatırılan yabancı para kaçmıyor.
2016’da darbe girişimleri, siyasi-ekonomik çalkantılar, ilk 6-7 ayında Rusya, ardından ABD ile yaşanan gerilimler, artan terör olaylarına rağmen konut alan yabancı sayısı arttı. Üstelik geçmiş yıllarda konut alan yaklaşık 100 bin yabancının yalnızca bini konutunu satmayı tercih etti.
2016’da sıcak para ülkeyi anında terk ederken, konuta yatırılan paralar ülkede kaldı.
2017’de hükümet bu detayı fark etti. Daha fazla yabancının konut alması için “1 milyon dolarlık ev alan ve bunu 3 yıl satmama şartını kabul eden yabancılara, vatandaşlık hakkı” veren bir düzenleme yaptı.
Vergi teşvikleri getirdi.
Ancak yabancılar bu teşviklerden çok, Türkiye’deki fırsatı görerek konut alımını 2017’de de sürdürdü.
ABD’nin Türkiye’yi dize getirme çabası ve isteğinde, konut üreticilerine düşen görev, ne yapıp edip yabancı yatırımcıyı Türkiye’ye getirmektir.
Bu sadece inşaat şirketlerinin büyümesi açısından değil, Türkiye’nin geleceği açısından da önemli.
Bu sadece bir iş değil, aynı zamanda milli bir görev!
**************
Bir Yorum Yazın